Doktor Milletvekili: Atanamayan 500 Bin Sağlık Personeli Var!
İYİ Parti Milletvekili Tuba Vural Çokal TBMM'de şu açıklamalara yer verdi:
Yükseköğretim Kurumunun bütçesini değerlendirirken üniversitelerimizin, üniversite öğrencilerimizin ve üniversitelerden mezun olan gençlerimizin durumunu değerlendirmemiz gerekiyor. Üniversitelerin başından, rektörlerden başlayalım. Bu konu, sadece rektör ataması meselesi değil, aynı zamanda bir ülkenin her türlü kalkınmasına yön verecek kurumlardan başlanarak demokrasiden nasıl uzaklaşıldığını gösteren en iyi örnek. Artık, üniversite rektörleri, o üniversitelerin öğretim üyelerinin arasında yapılan bir seçimle atanmıyor. Yani Sayın Cumhurbaşkanımız diyor ki: "Siz akademisyenler, bilim adamları kendi amirinizi seçemezsiniz, ben sizden daha iyi seçerim, ben hepinizin bildiğinden daha iyi bilirim. Benim iradem hepinizin iradesinin üzerindedir." Yani artık rektörleri de -ülkemizdeki birçok şeyde olduğu gibi- Sayın Cumhurbaşkanı direkt kendisi atıyor. Durum böyle olunca da rektör olmak isteyenler kendilerini akademisyenlere, Yükseköğretim Kurumuna değil, direkt saraya anlatmaya başlıyor.
Üniversiteleri dünya standartlarına çıkaracak projeler, yönetim becerileri yerine AKP'ye yakınlık tek kriter oluyor. Hayatı boyunca hiç görmediği üniversitelerin hatta hayatı boyunca hiç yaşamadığı şehirlerdeki üniversitelerin rektörü olmak için sarayın kapısını aşındırıyorlar. Rektör olanlar ise dünya üzerindeki ve ülkemizdeki diğer üniversiteler ile bilimde yapılan araştırma sayısında, hocaların yayınladığı eser sayısında yarışmak yerine AKP'lilikte ve saraya yakınlıkta maalesef ki yarışıyorlar. Rektörler ve rektör adayları, bir yandan AKP il başkanlarıyla AKP'lilikte yarışırken diğer yandan da üniversitenin akademik kadrolarına bu yarışın bir gereği olarak atamalar yapılıyor. Üniversiteler akademik standartlara göre değil, şahsın partisinin yerleştirdiği geleneğe uygun olarak partililerin akrabası ya da yakını olma standardına göre yapılandırılıyor. Tablo böyle olunca gelelim üniversitelerimizin durumuna. Aslında durum ortada.
Türkiye'de en tehlikeli insanların profesörlerden başlayarak üniversite mezunları olduğunu savunan bir profesör, bu ülkenin üniversitelerinde ders veriyor hem de üniversite yönetiminde söz sahibi olarak. Bir başka üniversitemizin öğretim görevlisi "Hazreti Nuh zamanında günümüzden çok daha ileri seviyede teknoloji vardı. Hazreti Nuh, kendisine inanmayarak gemiye binmeyen oğlunu ikna etmek için cep telefonu ile görüştü. Sonra güvercin değil, insansız hava aracı yolladı." dedi. "Bilimsel kanıtı var mı?" diye sorulunca "Efendim, ileri teknoloji varken niye güvercin yollasınlar." diyerek güya bilimsel bir kanıt gösterdi. Dünya üzerinde onlarca ülke uzay teknolojisinde çığır açarken teknolojik gelişmelerde birbirleriyle yarışırken yarıştıkları teknolojik gelişmelerin dünyamıza, çevremize ve sosyal hayata yarattıkları etkileri yine kendileri değerlendirirken bizim uzay profesörümüz kadınlara oy vermeyeceğini açıkladı. Utanmasalar Batı Orta Çağı'nın karanlık yüzündeki "Kadın insan mıdır?" tartışmalarını tekrar açacaklar hem de kadına verdiği değer ve hoşgörüyle tarihte örnek olan bu Türk coğrafyasında. Tabii, şunu da sormak lazım: Acaba kadınlara oy vermeyeceğini açıklamaktan çekinmeyen zihniyet 1 milyon 163 bin TL harcanarak Genç Müslüman Kadınlar İçin Liderlik Programı etkinliğinin yapılacağını bilseydi, bu açıklamayı yapar mıydı? Yoksa bu tarz açıklamalar ilmî değil de siyasi yandaşlığı mı içeriyor?
Değerli milletvekilleri, üniversite demek kitap demektir; üniversite demek kütüphane demektir. Dünyanın tanınmış üniversiteleri kütüphaneleriyle övünürler. Ancak bizde üniversite kütüphanelerinde öğrenci başına 5 kitap bile düşmüyor. Hâl böyleyken, üniversite sayısının artmasıyla, yapılan binalarla övünen bir iktidar var karşımızda. Kütüphanelerle, laboratuvar imkânlarıyla, sundukları özgür düşünme ortamıyla ve bunların bilimsel çıktılara dönüşmesiyle değil, bina sayılarıyla övünüyorlar maalesef. Üniversiteler birer bina, öğrenciler bu binanın misafirleri, hocalarsa onlara eşlik eden bekçiler gibi algılanıyor bu zihniyette. Bu iktidara göre, her şey sayılardan ibaret hem de kontrolsüz, ne idiği belirsiz sayılardan. Düşünsenize her yere üniversite açılıyor, üniversiteler sürekli bölüm açıyor, o bölümlere sürekli öğrenciler geliyor. İktidar üniversite okuyan öğrenci sayısının çoğalmasıyla övünüyor ancak okul bittikten sonrasına hiç bakmıyor. Çünkü iktidar niceliklerle uğraşmaktan, niteliğe ve sonuca bakmayı unutuyor. Daha doğrusu, niteliğe ve sonuca bakmak işine gelmiyor.
Herhangi bir amaç, bir planlama olmadan, ihtiyaca bakılmadan, mezun olan öğrencilerin ne olacağı hesap edilmeden bölüm açıp öğrenci alıyorlar. Sonuç mu? Diplomalı işsizler ordusu. Sanki üniversiteler işsizlik istatistiklerini değiştirmek için kullanılan birer depo gibi algılanıyor. Akılları ne kadar dalavereye çalışsa da daha sonra o gençler mezun oluyor ve herkes gerçekle yüzleşmek zorunda kalıyor.
700 bin atanamayan öğretmen, 500 bin atama bekleyen sağlıkçı sorumunuz var.
İktisadi idari bilimler, mühendislikler ve diğer bütün alanlar sadece devlet kadrolarında değil, özel sektörde de iş bulamıyor çünkü iktidarımız "Üniversite açtık." demek için üniversiteler açtı, "Mezunlar nasıl istihdam edilecek?" diye düşünmedi, hatta bu gençleri hiç umursamadı. Neden? Çünkü yandaşı nasıl olsa işsiz kalmıyor, yandaş olmayan, bir AKP'li ağabeysi olmayan lisans mezunu işsiz genç tezgâhtarlık mı yapar, kasiyerlik mi yapar, temizliğe mi gider yoksa bunalıma girip intihar mı eder, umurunda bile değil; yandaşı en ballısından maaşı alır nasıl olsa. Bu kadar plansız üniversite açmak, üniversite bölümü açmak, daha sonra da orada okuyan gençlere istihdam sağlayamamak, o gençlerin ümitleriyle oynamaktır, gençlerin ve ülkenin vebaline girmektir. Yazıktır, günahtır! Üniversitelerle ilgili bir başka sorun ise üniversite hastaneleri.
Sağlıkla ilgili araştırma yapması, yeni tedaviler, ilaçlar geliştirmesi gereken tıp fakültelerimiz, bırakın araştırmalara geliştirmelere bütçe ayırmayı, fotokopi kâğıdı alamayacak hâle geldiler, araştırma faaliyetlerini yapamayacak duruma geldiler. Fotokopi kâğıdına muhtaç edilen tıp fakültelerinden sağlık alanında gelişme kaydetmeleri, önleyici ve iyileştirici tedavilerde yeniliklere imza atmaları beklenebilir mi? İktidarın artık şunu anlaması lazım: Bir ülke için eğitim öğretim faaliyetleri hayati bir öneme sahiptir ve gelecek nesillerin vebalini de üzerinize yükler. AKP'nin isim bileşenlerinden olan "kalkınma"nın sağlanabilmesi için üniversiteleri lisenin devamı olarak görmekten vazgeçmeleri ve gerçekten kalkınmaya yönelik planlı hareket edilmesi gerekmektedir. Tabii, adındaki "kalkınma"yla inşaat sektörünü ve yandaşı kalkındırmayı kastedenlere bunu anlatmak zordur, anlamazlar.
Bir ülkenin kalkınması mesleki eğitimin planlanmasıyla yakından ilişkilidir. Sektörleri destekleyen, nitelikli iş gücünü sektörlere sağlayacak olan bu planlamadır ancak bu Hükûmetle mesleki eğitim de bitme noktasına gelmiştir. Bu iktidar, açık açık "Herkes her işi yapsın." diyor, sonra da "İnsanlar iş beğenmiyor." diyebiliyor. Demiyorlar ki "Biz, meslek liselerini bitirdik, meslek yüksekokullarını bitirdik, uzmanlaşmaları bitirdik. Biz, bu ülkede, planlanması ve öngörülmesi gereken her şeyi kaderine terk ettik. Tabii, yandaş ihaleler hariç; onlar gayet planlı yürüyor." Yükseköğretim kurumları "Yaptık, oldu."yla kaderine terk edilecek kurumlar değildir. İktidar, üniversitelerin temelini oluşturan, üniversitelerle yayılan özgür düşünebilen, değerlendirebilen, üretebilen bireyler istemiyor; istiyor ki "Biz ne dersek o olsun." Ama olmuyor işte arkadaşlar; hakikat öyle bir güneştir ki balçıklar işe yaramıyor, yaramayacak.
Bu vesileyle, iktidarın, gerçeklerden ne kadar korktuğunu; bu korkunun bir sonucu olarak, tıpkı sayıları, istatistikleri çarpıttığı gibi konuşulanları da nasıl çarpıttığını ve ülkede nasıl bir dejenerasyona sebep verdiğini daha birkaç gün önce partimize ve Sayın Genel Başkanımıza yaptıkları gerçek dışı isnat ve sosyal medya saldırısıyla hep beraber gördük. Çok değil, daha birkaç gün önce Meral Akşener'in söylediklerini çarpıtmakta mahir bir adam vardı ve bu mahir arkadaşın çarpıtması, sanki bir işaret fişeği gibi, sosyal medyada hareket geçti. Bütün işi, trollerle algı yaratmak, itibar suikastı ve haysiyet cellatlığı yapmak olan bu zatlar iktidar eliyle ve gücüyle ahlaksızlığı meşrulaştırdıklarının farkında mı acaba? Bu itibarsızlaştırmadan, yıllarını ülkeye adamış siyasilerimiz, yıllarını tahsilde çürütmüş bilim adamlarımız, konu tespiti yapan gazetecilerimiz, köşe yazarlarımız defalarca payını aldı ve almaya da devam ediyor. Düzen korumak için insan parçalanan bir dönemden geçiyoruz. Hakaret düzeyini…