Çocuk gelişimi denildiğinde akıllara okul öncesi eğitim yaşı olan 0-6 yaş grubunun geldiğini ama bunun büyük bir yanılgı olduğunu, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre her bir bireyin 18 yaşına kadar çocuk olarak kabul edildiğini, bu sebepten dolayı 0-18 yaş arası her bireyin çocuk gelişimi alanına dahil olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Melek Er, "Ülkemizin nüfusu yaklaşık seksen beş milyon. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre bu seksen beş milyonun yirmi iki buçuk milyondan fazlası sıfır on sekiz yaşında ve çocuk olarak değerlendiriliyor. Çocuk dediğimizde aslında insanların aklına hep 0-6 yaş arası geliyor ama çocukluk dönemi doğumdan on sekiz yaşın sonuna kadar yani ergenliğin bitimine kadar olan süreçtir. Dolayısıyla ülkemizdeki çocuk popülasyonunun bu kadar yüksek olması bu ülkenin geleceği için çok kıymetli ve çok anlamlı. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde birey doğumdan 18 yaşın sonuna kadar çocuk olarak tanımlanır. Doğumdan itibaren bütün bireylerle çalışıyoruz. Sağlık Bakanlığı'na bağlı bütün kurumlarda, hastanelerde, il sağlık müdürlüklerinde, sağlıklı yaşam merkezlerinde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nda veya ilgili kurumlarda yine uzman çocuk gelişimci ya da sosyal çalışma personeli olarak görev yapabiliyoruz. Adalet Bakanlığı'nda, Çocuk Koruma Evleri'nde, kadın tutuk evlerinde ve Adalet Bakanlığı merkezlerinde de görev alabiliyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı'nda hem genel merkezde çalışan hem de okullarda çalışan, özel eğitim okullarında ya da genel eğitim okullarında, okul öncesinde çalışan arkadaşlarımız var. Yani genel olarak çocuğun bulunduğu her yerde hem devlette hem özelde çalışan arkadaşlarımız var. Dünya çok hızlı değişiyor biliyorsunuz. Ekonomik olarak değişiyor, sosyal olarak değişiyor. Olağanüstü olaylarla değişiyor. Bu değişen dünyada çocuk gelişimcinin yeri yadsınamaz ve bu çocuk gelişimcinin yerinin de hızla değiştiğini, değişen dünyayla birlikte yeniliklere açık yeni alanlarda çalışmaya da hazır olmak durumundayız" ifadelerini kullandı.
"Yaşanan olağanüstü olaylar bizi gençlerden beklentilerimizi bir daha düşünmeye yönlendirdi"
Er, pandemi ve Kahramanmaraş merkezli depremler başta olmak üzere son yıllarda yaşanan olağanüstü olayların gençlerin genel olarak toplumdan beklentilerinin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini vurgulayarak şu ifadeleri kullandı:
"Pandemi ve Kahramanmaraş merkezli depremler gibi son yıllarda yaşadığımız çok büyük olağanüstü olaylar var. Bütün bunlar gençleri ve gençlerden beklentilerimizi bir daha düşünmeye yönlendirdi bizi. Çünkü daha önce belirlediğimiz hedefleri bu olağanüstü olaylar altüst etti. Gençlerden beklentide bulunurken aslında bizlerin de yetişkinler olarak bu olağanüstü olaylardan gençlerin nasıl etkilendiğini dünyanın nasıl etkilendiğini göz önünde bulundurarak planlamalar yapmamız gerekiyor. Dolayısıyla gençlerin yaşama katılımıyla ilgili aktif yaşama katılımıyla ilgili onların akademik becerilerinden çok genel becerileri ve yaşama katılımlarıyla ilgili yaklaşımların öncelikli hale getirilmesi gerekiyor."
"Önemli olan iletişime açık olmak ve iletişimin kıymetini birbirimize anlatabilmek"
Türkiye'nin nüfusunun dörtte birinin çocuk ve gençlerden oluştuğunu bu istatistik ile birçok ülkeden çok daha genç bir nüfusa sahip olmamıza rağmen gençlerin ne istediğini ve gençlerle nasıl iletişim kurulması gerektiğini tam olarak algılayamadığımızı belirten Er, "Biz gençlere ne verebiliyoruz ki onlardan ne beklemeliyiz? Bunu ekonomik anlamda değil de sosyal, politik, çalışma alanında ya da eğitim alanında onlara sunduklarımız üzerinden değerlendirmek lazım. Onlara ne istediklerini ve ne beklediklerini sormamız lazım. Birlikte çalışarak bunları değerlendirmemiz lazım. Yoksa tek başımıza bizler yetişkinler olarak daha önce onların doğduğu, yaşadığı yıllardan onar yirmişer yıl önce doğmuş ve yaşamış kişiler olarak mevcut şartları mevcut hayat şartlarını, teknolojik gelişmeleri ya da olağanüstü durumları göz ardı edip, kendi yirmi otuz yıl önceki gençliğimiz üzerinden beklentiye girersek doğru bir beklenti olmaz. Bunlar önemli biraz. Tabii ki iletişim kuruluyor, kurulmuyor değil. Burada önemli olan iletişime açık olmak ve iletişimin kıymetini birbirimize anlatabilmek, birbirimizi dinleyebilmek. Beklentilerle yaşam şartları farklı olduğunda farklı farklı dilleri konuşuyor olabiliriz. Ama aslında söylemek istediklerimiz aynı. Burada önemli olan dinlemeye açık olup, kendimizi ifade edebilmek. Bunu sağladığımızda herkes anlayacaktır" açıklamalarında bulundu.